30 Ocak 2011 Pazar

Haftanın sonuuu...


"Pazar günleri... kıymetini giderken anlamak gibi"

Caro Diario,
şu Pinhani'yi pek seviyorum - özellikle de şarkı sözlerini. Tespitleri çok hayattan, haftanın sonunu hele de Pazar gününü böyle güzel anlatan başka şarkı var mı? Ha adıma şarkı yapmış olmaları da cabası:)

İşte biz de bu haftasonunu dolu dolu yaşadık, ve yine Pazar'ın ertesine geldik.

Cumartesi Music Together sonrası rutin 2 yaş doktor kontrolümüz vardı. Altan amma'nın yerini çok seviyor bizimki, kaydırak, atlar, vs hakikaten bekleme alanı çok eğlenceli! Son birkaç seferdir doktor öncesinde evde hep ön çalışma yapıyoruz - nasıl tartılacağız, aşı varsa nasıl olacağız filan gibi. Bu seferki sanki biraz daha işe yaradı sanırım, nispeten az tepkiliydi konuya:). Çıkarken öyle bir "yine geliriz Altan ammaya" diyor ki, sanırsın en sevdiği aktivite! Neyse, çok şükür gelişim, vs gayet normal. Babası kılıklı, ince yapılı tabii o yemeye daha çok kilo alır diye hayal ediyordum ama hareket ve aktivite had safhada olduğu için yine anca kendini kurtaracak şekilde kilolanmış küçük paşa.

Doktor sonrası evde öğlen uykusu, akşam da Moda'da Kolombo gerçeğiyle tanışma. Hep çocuğum olsun, onunla Kolombo (ama ille de Moda) keyfi yapayım diye hayal ederdim...çok şükür gerçek oldu. Bir dahaki sefere Moda'daki çocuklu ahalinin de hasta olmamasını ve bu klasiği onlarla birlikte yaşamayı umuyoruz.

Pazar günü ise Tuzla ve illa ki teyzesi! Teyzeyle benim aramda 18 yaş var, teyzesiyle Deniz arasında 19. Yani benim kardeşimle yaşadığım ilişkinin benzerini onlar yaşıyor şimdi - bu çok hoşuma gidiyor. Şu anda ben bu yazıyı yazarken çılgın gibi azıyorlar tomit teyzeylee!

Yarın Pazartesi, hayatın öbür yüzü:). Güzel bir hafta olsun.

1anda

27 Ocak 2011 Perşembe

Geldim, öptüm, mıncırdım.

Caro Diario,
dün eve döndüm. Arabayı otoparka sokarken gerçekten kalbim yerinden fırlayacak gibi oldum. Arabadan inince adamlarımı pencerede gördüm - eve nasıl koştuğumu bilemedim. Sırıtık bir küçük adam boynuma atladı. Oh be, öptüm mıncırdım şükrettim!

Deniz tam kendisinden beklediğim gibi bir 3 gün geçirmiş. Akşamları babaanne dede amca üçlüsünü mestetmiş, oyunun dibine vurmuşlar. Sabahları normalden daha uzun uyumuş. Kimseleri üzmemiş. Ama iki lafın başı "anne toşa toşa şana (bana) gelecet", "anne antalyaya gitti, uçatla gitti, toplantı yapiyo, şona Deniz'e gelecet", "anne gelince yine geliriz" şeklinde ifadelerle anneyle ilgili kontrolünü de eksik etmemiş:). Mert'in bana ilettiği kadarıyla 1 gün daha olsa çok özlermiş. Bilmiyorum, üzülmeyeyim diye böyle söylemiş de olabilir ama...neyse, 3 gün böylece geçti gitti.

Benim açımdan ilginç 3 gün oldu. Gecelere kadar iş-güç-eğlence, kör sabahtan itibaren toplantılar, koskocaman bir tesiste sürekli ordan oraya koşturma, bir de üstüne hayatımda ilk defa 800 kişilik ekip önünde 3 saat süreyle sunuculuk deneyimi derken nasıl geçtiğini anlamadığım, ama diğer taraftan da sanki 33 gün gibi gelen bir 3 gün. Neticede kendimi iyi hissederek döndüm, önemli olan da o heralde. Birkaç ufak takdir sözü insanın nasıl da farklı hissetmesine yol açıyor, ne acayip!

Haftasonu Music Together, arkadaşlar, Tuzla...rutinimize geri döndük. Kar yağsaydı da kartopu oynasaydık, azıcık zorunlu tatil yapsaydık hiç fena olmazdı, kısmet bakalım.

Öptüm,
1anda

22 Ocak 2011 Cumartesi

Çot özliycem işte!

Caro Diario,
ayrılık 3 gün de olsa ayrılık. Ben Deniz doğduğundan beri hep iş sebebiyle bir kez 4 geceliğine, bir kez de 1 geceliğine ayrıldım kendisinden. İlkinde 1 yaşındaydı, ikincisinde ise yaklaşık 1,5. Şu andaki kadar arkadaşım olduğu haliyle hiç ayrılmadık. Tabii aralarda akşam geç geldiğim için bensiz uyuyup, sabah da erken çıktığım için bensiz uyandığı günler oldu ama, aynı şehirde olduğunu bilmek bile ayrılmak sayılmamasına yeter. Şimdi ise - yani Pazartesi günü - 3 gün 3 geceliğine anne Antalya'ya gidecek...

Lütfen gülmeyin ve de hıhlamayın sevgili diario ve de sevgili okur! Üç gün müç gün, benim için son derece önemli. Evet, birazcık Deniz bağımlısı olabilirim, evet bunda Deniz'e çok çok çok zor kavuşmuş olmamın da payı büyük, ama eninde sonunda her anne giderken geride bıraktıkları için hüzünleniyordur heralde, değil mi? Bakımıyla ilgili en ufak bir endişem yok, Zekiyem'e güvenimiz tam...e baba zaten anne demek Deniz için, hem babaannelerle de mutlaka beraber olurlar, ama ben yine de o 3 günü çok büyütüyorum gözümde. Hatta sırf Pazar günü de tam gün ve gece birlikte olalım diye Pazartesi kör sabaha aldım uçuşumu.

Gidişim iş için. Çoğu arkadaşım eşiyle - ya da bazen kız arkadaşlarıyla - rahat rahat birkaç gün bırakıp tatile çıkıyor. Ben yapamıyorum bunu işte. Herşey Deniz'le daha zevkli geliyor. Şimdi Antalya'da bissürü işin ve bissürü insanın arasında da ben, "şimdi Deniz burayı görse ne düşünürdü, şimdi Deniz bu abilerleablalarla nasıl oynardı, şimdi Deniz bu yemeği yese ne derdi" diye kurup duracağım. Tesellim, yukarda da dediğim gibi, Deniz'imin çok iyi ve mutlu olduğunu bilmek olacak. Sonra da çok yorucu bu 3 günün ardından yine kör sabahta uçağa atlayıp oğluşuma geleceğim kısmetse. Beni özlemiş olur heralde...bak o kısmını bilmiyorum (özlese bir türlü, özlemese başka türlü!).

Belki biraz şımarıklık benimkisi, tabii ki her salise Deniz'le ve Mert'le olan hayatıma şükrediyor, böyle iş gezisi filan gibi olayların çok minik ayrıntılar olduğunu biliyorum ama...ne yapayım...ÇOT ÖZLİYCEM İŞTE!

1anda

17 Ocak 2011 Pazartesi

B+O+A+A=Doğumgünü!

Balonlar
Oyuncaklar
Arkadaşlar
Aile

İşte doğumgününün özeti!

Caro Diario,
Tüm haftasonu doğumgünü kutladık. Önce babaanne, dedeler, anaane, amca ve teyzeyle ev doğumgünü vardı. Deniz tüm aile büyüklerini aynı anda gördüğünde inanılmaz mutlu oluyor, kendini kaybediyor adeta. (Aile büyükleri demişken, bu aralar kim daha büyük kim daha küçük onlara çok kafa yoruyor bizim arkadaş:). Mesela baba büyük, dede daha büyük, anne küçük, Deniz minicik onun dünyasında! Ama örneğin kendinden küçük bir arkadaş gördüğünde baba büyük, Deniz küçük, o arkadaş minicik!!! )

Gerçek doğumgünü günündeki akşam partisinde kocaman bir adamdı Deniz bey. Uslu uslu oturup klasik doğumgünü yemeklerini mideye götürdükten sonra pastasını "teekyay teekyay" diye diye en az 5 kere üfledi, sonra da Fethi dedesinin aldığı atla 2 dede arasında 100 kere filan gitti geldi.

Cumartesi günü ise İstanbul Oyuncak Müzesi 'ndeydik. Saat 16:00'da başladık, vakit nasıl geçti anlamadan 3-3,5 saat oradaydık. Deniz'in küçük arkadaşları, büyük arkadaşları, annebabanın arkadaşları bu 3 saatin su gibi geçmesini sağladılar. İlk gittiğimizde "animatör" adıyla bizi karşılayan Berkabi'den itiraf edeyim ki hiç umutlu değildim ama, 2 yaşından 10 yaşına kadar tüm çocuklar bu Berkabi kavramından çok memnun oldu - eh bize de kendisini pek bi sevmek düştü tabii:). Yarım saat kadar süren müze gezisinde de, sonrasında balonlarla çıldırdıkları sırada da Deniz'in beni hiç aramaması ayrı bir soru işareti bu arada... İlerde okul için küçücük umutlandım, ama biliyorum ki o işin bununla hiç alakası yok, o yüzden gereksiz hayallere kapılmayalım lütfen:). Yine Oyuncak Müzesi'nin nimetlerinden ahşap boyama aktivitesi de hem bizim, hem de minik sanatçıların pek hoşuna gitti. Bu vesileyle Oyuncak Müzesi'ni kuran Sunay Akın'a ve organizasyonda görev alan tüm abla ve abilere tekrar teşekkürü borç biliyoruz.

Doğumgünlerinin bizce en hazin yanı, doomgünü çocuğu hediye açarken diğer çocukların o sevince ortak olma çabaları. Bunu birazcık hafifletmek için Deniz de arkadaşlarına evde küçük hediyeler hazırlamıştı. Paketi el emeği göz nuru bu küçük hediyeleri arkadaşlara çekilişle ilettik- umuyoruz ve tahmin ediyoruz ki hoşlarına gitti. Bu yöntem bana Sarin'den (annemden) miras aslında. Benim doğumgünlerimde mutlaka tüm arkadaşlarım için hediye piyangosu olurdu, herkes eli dolu giderdi evine. Amacım bu geleneği Deniz'le de yaşatabilmek...

Yarın-yani 18 Ocak- Sarin'in 16. ölüm yıldönümü. Deniz için Sarin "nonna" (İtalyanca'da "anneanne"). Bayramlarda, anneler gününde filan "nonna'nın bahçesi"ne gidiyoruz. Benim çocukluk resimlerimde nonnayı tanıyor, biliyor. Büyüdüğünde nasıl anlatacağımı henüz bilmiyorum, ama en azından hayatında bir nonna olsun istedim.

İşte böyle caro diario...Ocak ortasından izlenimler bu şekilde. Hediye kaplarının örneklerini aşağıda görebilirsiniz, annebabaDeniz bunları yaparken çok eğleniyoruz, herkese tavsiye ederiz.

Öperim,
1anda

 Kelebek

Kedi

                                   Ahtapot
Balon

14 Ocak 2011 Cuma

İyi ki doğurmuşum!

Caro Diario,
2 yıl önce bugün, bu saatlerde ben kendimde değildim.
Ya da kendimdeydim de, ben artık ben değildim. Ben artık anne olmuştum, yeni bir bendim.

Beklediğimizden 5 hafta önce, kişiliğini daha o zamandan belli ederek erkenden ve inisiyatif kullanarak aramıza katıldı küçük arkadaşımız. Çok da iyi etti. Annesini üzmeden, yormadan geliverdi. Erken doğduğu için belki 1-2 gün küvözde tutulur diye düşünürken "heey, ben iyiyim, artık kendim nefes alabiliyorum, anneme götürün beni" dercesine tutundu hayata ve doğumundan 3 saat sonra öğlen 1civarı, tam da bu saatlerde yanıma geldi ve kucağımdaki daimi yerini aldı.

İşte bu sebeple ben hala kendimde değilim.

2 yılın nasıl geçtiğini anlamadım değil, çok iyi anladım, her anını doya doya yaşadım, ama yine de çok hızlı geçti işte! Böyle bir kocam/babası olmasaydı bu kadar keyfine varamazdım heralde, ona bi hakkını teslim edeyim:) Biz herşeyi - ama gerçekten herşeyi - babayla paylaşarak yaptık (bir emzirmedi, o kadar), bunun da Deniz'in kendine güvenli, sevgi dolu, ama aynı zamanda da "cool" bir çocuk olmasına çok katkısı olduğuna inanıyorum (bu başka bir post konusu ama, burada harcamayalım). Neticede 2 yıl oldu, yaka iğnesi artık küçük bir adam, ve benim hayattam tek dileğim sağlıkla, mutlulukla, huzurla daha çok çok çok yıllarını, yaşlarını görebilmek, yaşayabilmek.

Ne iyi etmişim de doğurmuşum!

1anda

9 Ocak 2011 Pazar

Tam anlamıyla mükemmel bir gün...

"Just a Perfect Day"...böyle mi çevrilir?

Caro Diario,
sıralamalara bayılırım. Çok aptalca belki ama, en sevdiğim 3 film, en bayıldığım 5 şarkı, bir tatilden dönerken o tatilin en komik 3 anı(sı), vb aklımda döner durur. Şarkılar arasında Lou Reed abimizin "Just a Perfect Day"inin hep ayrı bir yeri olmuştur mesela. Hatta evet evet, en sevdiğim şarkı diye sorunca, aklıma ilk o gelir.

İşte dün music together sonrası Ocak ortasında güneşli bir günün tadını çıkarmak için bize adaş arkadaşımızla parka gittiğimizde yine kulağımda Just a Perfect Day çalıyordu.

Park öncesi çay kahve içmeye gittiğimiz mekanda iki Deniz birbirini kırmadan, üzmeden, ama bir miktar da mesafeli bir halde oyunlar oynayıp çeşitli teyze ve amcalarla kaynaştı mesela. Çocuklarının adını Deniz koyarken bunun nasıl bir karakter yaratacağını az çok bilen annebabalarız biz:). Biraz dingin ve durgun, biraz kendi içinde taşan, insanı içine çeken, ama nerede durması gerektiğini de kulağına fısıldayan küçük adamlar getirmişiz dünyaya. Onları izlerken içimden hem gülmek hem ağlamak geldi. Al sana a perfect day!

Sonra parkta kendimize bir Deniz daha bularak kumla, kovayla, kepçelerle oynadık. Salıncağa bindik, tahtrevallide 1 Deniz aşağıyaaaaa- 1 Deniz yukarıyaaaa yaptık. Koştuk, güldük, eğlendik. İşte bir perfect day daha...bir de sangria'mız olsa, tam olacaktı!

Ben bu satırları yazarken yan komşudan "Bu ne dünya kardeşim seven seveenee" sesleri geliyor. 70'lere geri mi döndük acaba? Olabilir mi? Olsa mı??

Öperim,
1anda

6 Ocak 2011 Perşembe

Music Together'a bir ikiii!

Evde Music Together
Caro Diario,
beni bilirsin, sesim çok kötüdür. Kulağım fena değildir, onca yıl piyano çaldım bir de üstüne İtalyan Kız Orta'da di Stefano'nun eğitiminden geçtim, ama ses konusunda gerçekten fukarayımdır. Ammmaaaa, dans dedin mi orada duracaksın! İlk sahneye çıkışım 1,5 yaşında gerçekleşmiştir mesela:) Teyzem ve halam büyük bir cesaretle beni alıp Moda'da (şimdi Moda Teras olan) Bomonti'ye götürdüğünde - el kadar çocuğun gazino köşelerinde ne işi varmış demeyin, Akşam Kız Sanat tabir ettiğimiz okulun defilesi varmış, ona gitmişiz - atmışım kendimi sahneye! İlk danslı performansım Şenay'ın "işte buldum şurda yok yok burda nerde" isimli güzide şarkısı eşliğinde olmuş. O gün bugündür şarkı söylemeye cesaret edemesem de dans konusunda hep pek bir istekli oldum...pek de fena değilimdir bu konuda.

Deniz doğduktan sonra "anne sesi her halukarda kendisine güzel gelir" düsturundan yola çıkarak hep şarkı söyledim kendisine. Gaz sancılarını hoppidi hoppidi zıplayarak atlattık, rock'ı pek sevdiğini keşfettik (babası kılıklı!), ama özellikle de annesi tarafından uydurulmuş şarkı sözlerine tepkileri hep üst seviyede oldu. Yine ortaokuldan kalma İtalyanca çocuk şarkıları, eski Türk pop şarkılarının üstüne yazılmış anne güfteleri (Deniz'le 1 dakikaaaa..mutlandırıyor beniiii), Ezginin Günlüğü, Zülfü, ve bunun gibi türlü numaralarla Deniz müziğin içine doğmuş oldu. ("Peki ya klasik müzik?" diyenleri duyar gibiyim, o zaten olmazsa olmazımız, sırf Deniz için dinlemedik yani.)

Deniz 17 aylıkken ise Music Together 'ı ve Yapıncak'ı (Yapancat) keşfettik. Ve dünyamız değişti. Bağımlısı olduk.

Artık ailecek müzik yapmanın, dans etmenin, en kötü sesimize rağmen şarkı söyleyebilmenin tadı hep damağımızda. Bunun ötesinde, arkadaşlıklar kurmak, arkadaşları özlemek gibi yeni duygularla tanıştı Deniz. Music Together grubumuz ikinci ailemiz oldu. Hepimiz en yalın halimizle, Yapıncak'ın o insanı sarhoş eden enerjisiyle çok çok çok eğleniyoruz. Yok yok, kimse kimsenin müridi değil, ya da suni bir ortam da değil, işin güzelliği doğallığında zaten.

Bu Cumartesi yeni dönemimiz başlıyor. Çok heyecanlıyız. Deniz günlerdir "Yapancat tatilden döndü. Yollo'ya (Hello şarkısı'na ithafen) gidecez, arkadaşları görecez, çot eğlenecez" diyor, yollo hazırlıkları yapıyor. Yeni dönemi, şarkıları iple çekiyoruz.

Haydi bakalım, MT'ye 1-2...müziksiz danssız sözsüz sazsız kimse kalmasııııın....

Öptüm,
1anda

4 Ocak 2011 Salı

Demek ki neymiş...

Bu blog aleminde öyle şu gün yazacağım bu gün yazacağım diye söz vermeyecekmişsin, olmuyormuş!

Caro Diario,
2 Ocak benim için o kadar önemliydi ki, seninle o gün görüşürüm diye hayal etmiştim...olmadı. Neyse, bana da yine yeniden ders oldu işte, hiçbirşeyi ertelemeyeceksin! Hep alıyorum bu dersi ama niyeyse bi küllerimden doğuyorum; daha lise zamanı Tarih/Coğrafya çalıştığım dönemde bile akşam "amaaan uykum geldi, nasılsa sabah 5'te kalkar çalışırım" derdim, ama hiç de kalkmazdım. E tabii öyle olunca Tarih/Coğrafya'da 5'ten şaşma 6'yı aşma düsturunu benimser dururdum. Pek uzun anlattım ama, yazınca belki bu sefer bu ders almalara da bi son veririm diye umdum...göreceğiz.
Gelelim 2 Ocak'ın anlam ve önemine: hani demiştim ya, 6 yıl önce bir kış Pazar'ında tanıştım ben bu adamla diye (bkz. Mert bey), işte o kış Pazar'ı Ocak ayının 2'siydi. Hafif bunalımlı bir yılbaşının ertesinin ertesinde, Didem arkadaşımla ilk kez İstanbul Modern 'e gitmiş, oradan Cihangir'e geçmiş, bunalımımıza bunalım katıyorduk....ta ki Didem'in aklına Mert'le buluşmak gelene kadar. Hay aklınla bin, onbin, yüzbin yaşa Didem! Yol arkadaşımla sen olmasan yollarımız hiç buluşamayacaktı...
Bu yıl yine 2 Ocak Pazar'a gelince dedik ki bir nostalji olsun, İstanbul Modern'le başlayalım güne. Kaptık küçük arkadaşımızı da, geçtik karşıya. Bizimki heyecanlı tabii, sergi görülecek, galerinin salonlarında özgürce koşulacak, koca koca camlardan gemilere bakılacak. Hakikaten de tam hayal ettiğimiz gibi oldu. "Sürekli sergi" alanına Deniz'in deyimiyle yeni "tomacan boyamalar" eklenmiş, önce onları irdeledik. Ardından, her bir camın önünde durup şap şap denizi ve gemileri ve martıları izledik. Sonra indik zincirli merdivenden aşağıya, "fotoorap" sergisini gezdik. Kutluğ Ataman'a Deniz'le pek giremedik, çok karanlıktı, ama annebaba olarak dönüşümlü ziyaretimizi gerçekleştirdik. Sonra Ermeni Mimarlar sergisini gezerken Deniz'in coşması sonucu tüm ciddi sergi amcaları ve teyzelerine sırıtarak alt katı terkedip programımıza devam ettik (bu arada anlayamadık, acaba neden koskoca fotoğraf sergisi alanında 6-7 tane kare vardı da, o caanım mimarlık sergisini minnacık yere sıkıştırmışlardı?).
Karşıya geçtiğimizde arabayı Karaköy'deki katotoparkına parkedip Tünel'le Beyoğlu'na çıkmak bir ritüel haline geldi. Deniz Tünel'e (yani trene) bayılıyor, kapılar kapanırken çıkan çıngır çıngır ses, eğimli yol filan acayip ilgisini çekiyor. Beyoğlu'na çıktığımızda da genellikle Galatasaray Lisesi'ne kadar gidip geliyoruz. Artık puset de kullanmamaya çalışıyoruz - biraz yorucu oluyor ama istediği gibi koşturunca inanılmaz hoşuna gidiyor. Beyoğlu'nda yemek yemek için de hepimizin hem kendimizi çok iyi hissettiğimiz, hem de ev yemeği kadar lezzetli ve sağlıklı bir mönüye sahip Tavan arası 'nı tercih ediyoruz. Eskiden beri bildiğim, ama Ayça 'nın blogunda okuyana kadar hatırlamadığım bu mekan bizim için vazgeçilmezler arasına girdi bile!
Pazar günü programımıza bu yukarda saydıklarımın yanı sıra bir adım daha eklendi: Giolitti gerçeği!!! Roma'nın bu pek ünlü dondurmacısı dünyadaki 4. şubesini - artık nasıl bir potansiyel gördülerse -  Eylül ayında İstanbul'da açmış! Biz geçen haftasonu dondurma yerine tazecik kayısılı keklerinden tercih ettik ve hiç pişman olmadık. Deniz bir dilimi resmen götürdü, biz de babayla bir dilim paylaşmış olduk:)
İşte böyle diario'cum, çok güzel bir 2 Ocak'tı...yorgunluktan bayılmış olan Deniz arabaya döndüğümüzde daha otoparktan çıkmadan uyuyakaldı, eve geldiğinde de uyanmayıp 2,5 saat daha devam etti. Ruhumuz, gözümüz, karnımız doydu ve yıla - her türlü olumsuz olaya rağmen - enerjimizi artırarak girdik.
Yeni yazılarda buluşmak üzere, öperim.
1anda