26 Şubat 2011 Cumartesi

"Deniz" parantezinde "kanka"lar

Caro Diario,
Başak'la bunu ilk kim yazacak yarışına girdik ama, hakikaten önemli bir mevzuu...artık bizimkinin bir "kanka"sı var!
Belki her dönem öyledir ama, bizim şu kış döneminin MT sınıfı pek bi eğlenceli, pek bi uyumlu (kocaman maşşallaah!). Çocuklar birbirlerinin anne-babalarıyla dansediyor, dinlenme şarkısında başka ailelerin dibinde uyuyor, kendi aralarında makul diyebileceğim bir ilişki var filan falan. Doğal bir oyun grubuyuz kısacası - kimse kasmıyor, kimse kasılmıyor. Bu ortamdan yeni arkadaşlıklar da doğuyor tabii, hem çocuklar hem de annebabalar arasında. Sınıfımızda Deniz adı tercih edilen bir isim, bizim yeni "kankamız" da Deniz Karagül:).

Bugün MT sonrası tüm yorgunluğumuza ve de soğuğa ve de sulukara rağmen Deniz Karagül'lerle bir Beyaz Fırın üstü İyi Cüceler yapalım dedik, pek güzel oldu.  İlk başlarda İyi Cüceler'deki ağaç evi hafiften paylaşamama durumları olsa da, sonrasında hem güzel güzel oynadılar, çizimler boyamalar yaptılar, hem de kitabevini doyasıya "turladılar"! Bir ara Deniz Karagül "Çobaaaan, Çobaaaan" diye bizimkini arıyor, bizim Deniz de kendisine bir suç ortağı bulmanın mutluluğuyla yerli yerinde duran oyuncak arabaları mekanın öbür ucuna taşımanın planlarını kuruyordu:) Tabii biz annebabalar bu kanka durumunun şokuyla bir fotoğraf çekmeyi başaramamış olduk, o ayrı mesele...ama neticede pek güzel bir Cumartesi sabahı geçirdik, eve gelince de küüüt diye uyuduk!

Haftaya Pazar yine Karagül'ler ve Arda'larla Süreyya'da Müziğe Dokunmak etkinliğine gideceğiz. 2. balkonun en arkasından bulduğumuz yerde bakalım 3 silahşörler ne bombalar patlatacak:)))

Öperim,
1anda

24 Şubat 2011 Perşembe

Sessizlik sonrası

Caro Diario,
bir süredir iş güç öyle yoğun, öyle değişimler içindeyiz ki yazasım geldi geldi geri gitti... Ama evde sessizlik yok tabii. Ev koşuşturma, coşma, müzik, dans, oyun, çığlık çığlığa tam gaz devam!

Bu kadar yoğun çalışmanın üstüne akşam eve gitmek ilaç gibi geliyor açıkçası. Normalden daha geç saatte evde olduğum için biraz sitem yiyorum ama, sonrasında telafi ediyorum (yani inşallah!). Eve gittiğimizde klasik rutin, ama bir şekilde hiç de klasik hissettirmeden devam ediyor. Deniz'le her gün rutinlerüstü, her gün ayrı bir macera!

Malum, 10 gündür artık kendi yatağında uykuya dalıyor Deniz paşa. Daha önceleri hayatımızda olmayan masallar hayatımıza girdi bu vesileyle. Ama 1anda usulü masallarla... Ben Deniz'e soruyorum "bu geceki masalımızda ne olsun" diye, o ne isterse onu ekliyoruz. Sıkıldığı yerde "bu masal da burda bitmiiiiş" deyiveriyor, kendisi bitirtiyor masalı:) Masalın sonunda "beğendim" dedi mi tamamdır, uykuya geçebiliyoruz. Ama uykuya geçmeden önce de "dinlenme şarkısı söyle anne" diyerek Music Together'dan 2 slow şarkı söyletiyor bana. Böylece sıfır sesli ben, mecburen doğru notadan ninniler de söyleyerek uykuya hazırlıyorum küçük arkadaşımı. O uykuya dalarken de içime sindire sindire kokluyorum ki ertesi gün idare etsin beni.

Şu aralar tuvalet alışkanlığı ile ilgili de birkaç adım attık ama onu burda anlatmayayım, henüz kesinleşmiş bir gelişme yok:). 17 aylıktan beri evde lazımlık var, ama süs ve oturma koltuğu kıvamında kaldı biraz, niyet iyi de sonuç pek yok yani! Neyse, sıkmıyoruz sıkılmıyoruz, işi kendi gidişatına bırakıyoruz kısmetse!

Son olarak, dün akşam Mezzo'da opera seyrediyorduk - Deniz'in ilk operasıydı. Gözünü kırpmadan seyretti, arada sırada burada napıyolar, şimdi o abi ne dedi, bu abla nece konuşuyor gibi sorular sordu. Ben de güzel güzel anlattım işte opera şu demek, genelde İtalyanca olur operalar, filan filan diye. Bir 15 dakikanın sonunda Deniz bey operayı şöyle özetledi: "Opeya, yani biyavoooo!". Anlamış galiba, koptum ben.

Haftaya Pazar ilk sanatsal aktivitemize katılma niyetimiz var. Becerirsek buradan anlatacağım. Bizi izlemeye devam ediiiin:)

1anda

16 Şubat 2011 Çarşamba

Kardeş çocuğu

Tanıştığımızda ben 10 yaşındaydım, o da 12.
80'li yıllarda İtalyan Kız Ortaokulu'nun Orta 1'e geçerken düzenlediği Florya Yaz Kampındaydık. İnce uzun, çok çalışkan, çok gururlu, çok terbiyeli, ama bir o kadar da komik bir kızdı. İlk günden en iyi arkadaş oluvermiştik.
Sonrasında 3 yıl ortaokul ve 4 yıl lise hep dipdibeydik.
Mezun olunca o hayalindeki mimarlık eğitimine başladı, ben yabancı diller eğitimine. Başka okullardaydık ama hala beraberdik. Birbirimizin herşeyini, herkesini biliyorduk.
Eski sevgililerden kaçtım, onun evine sığındım. Mezun olduk, onun evinde parti yaptık. İşe girdik, onun evinde parti yaptık. Annem öldü, ilk geceyi onun sayesinde atlattım. Birbirimize tüm iyi ve kötü günlerde tam destek olduk. Yeri geldi çok kavga ettik, az küstük, sonra barıştık. Aylarca birbirimizin sesini duymasak da ne yaptığımızı hisseder olduk.
Deniz doğduğu gün arkadaşım olarak yanımda ilk o vardı. Deniz'in "Eif"i oldu, teyzesi oldu, ailenin bir bireyi oldu onun için.
Evlendi, hamile olduğunu öğrendiğimde kendim tekrar doğuracakmışım gibi hissettim. Çok çok heyecanlandım. Ama doğum yapacağı gün bu kadar titreyeceğimi hiç düşünmemiştim! Bebeğinin doğduğunu öğrendiğim an, gerçekten kimlerle paylaşacağımı bilemedim.
Şimdi ilk kez teyze oldum. Artık hayatımızda bir küçük hanım var. Deniz şimdiden kendisiyle ilgili planlar kuruyor, ona neler öğreteceğini düşünüyor filan (hıı, çok büyüdü ya kendisi, sormayın!). Serra (kardeşim) büyüyüp evlenip çocuk sahibi olana kadar evimizdeki kardeş çocuğu bu minik uğurböceği olacak.

Maşallah diyorum da başka birşey demiyorum!
1anda

13 Şubat 2011 Pazar

Yan masadan gönderdiler

Haftasonu gittiğimiz kebapçıda yemek bittikten sonra Deniz "ben biraz dolaşayım" diyerek indi ve ortalıkta dolanmaya başladı. Sonra da kasanın yanındaki garsona gidip "abisi, biz çay alabiler miyiz?" diyerek masaya çay yolladı. Kısacası kendi çapında bir yan masadan göndermeyi ilk kez gerçekleştirmiş oldu.

Şimdi Diario'cum, bunu Deniz'e hiçbirimiz öğretmedik. Kimse gidip çay istemesini söylemedi. Hatta o sırada sofrada çayın lafı bile geçmedi. Deniz bunu gözlemlemiş, öğrenmiş, uygun bulmuş, harakete geçmiş oldu. İnisiyatifin dibine vurdu kısacası. Ve bu olay bana çok şey düşündürdü.

Hareketlere dikkat!

Her yaptığımızı kaydediyor, daha da acayibi anlamlandırıyor. Fısıldayarak bile gizli birşey konuşmamak lazım yanında. Arada İngilizce birşeyler söylüyoruz ama onları da çakozlamaya başladı korkarım! Ayrıca yaptığımız herşeyi taklit edeceğini öngörmek lazım, ona göre doğal olmalı ama temkini elden bırakmamalı:).

Şimdiki çocuklar harika!

Hep diyorum, folik asit ya da elevit çocuğu bunlar. İnisiyatif konusunda hepimizden daha gelişmişler. İşim gereği Y kuşağıyla çok içli dışlıyım, ama bu y filan değil, alfabetagamma kuşağı bence. Uygun gördü mü hop aksiyona geçiveriyor. Arada 80'lerden kalma efendi yanımla benden izin almasını istediğim oluyor, o da garibim kırmıyor beni...ama kendi tarzında "annecim bunu yapabiler miyim, yapabilirim" deyiveriyor! Bir taraftan çok hoşuma gidiyor, bir taraftan korkuyorum.

Bırakın hata yapsınlar

Kolay değil, biliyorum. Çoğumuz kontrolcü ve de kontrollü annebabaların çocukları olarak -istemesek de - gayet kontrolü elimizde tutmak istiyoruz. Ama bırakmak gerekiyor. Kendisini tehlikeye atmasına izin vermeyecek kadar düşmesine, pislenmesine, azıcık kırılmasına, yeni maceralara atılmasına, yeni insanlar tanımasına izin vermek gerekiyor. Ancak öyle gelişiyorlar, ancak öyle büyüyorlar. 30 yaşında hala annesinin bebesi olanlarımız da var belki ama yukarda da dedim ya, bunlar bambaşka bir kuşak, geleceğe yatırım yapmakta fayda var.

Sarin'in kızı olmak

Bu sadece bana özgü bir madde:). Deniz'i yetiştirirken aklımda hep "Sarin'in kızı" olduğum gerçeği var. Bazı insanlara güç gelen şeyler bana belki de o yüzden daha doğal, daha normal, daha kolay geliyor diye düşünüyorum. 27 yaşında MS'e yakalanmış, ama ölene kadar hiç hiç hiç yılmamış, herkesin "Sarin ablası" olmayı becermiş bir kadının kızı olmak ağır, ama çok öğreticiydi. Anneliğimde bunun etkilerini ayrı bir post'ta işleyeceğim. Şimdilik - bir kebapçıda yaşanan küçük bir olaydan - buraya kadar gelmiş olayım:).

Bugün 14 Şubat...Deniz 2 yaş 1 aylık (yok yok, sevgililer gününden bahsetmeyeceğim, bizim için anlamsız bir gün kendisi)! Akşam olsun da oğluma koşayım diye bekliyorum. Bu akşam evde film çekimimiz var, benim için biraz korkutucu - çünkü ilk kez şarkı söylerken görüntülü kayıt alacağız bakalım!!!

Öperim,
1anda

7 Şubat 2011 Pazartesi

Damda bir Kemancı var!

En sevdiğim filmler sıralamasında kesinlikle ilk 5'te yer alır Norman Jewison'un Damdaki Kemancı' sı. İlk seyrettiğimde sanırım henüz 10 yaşında bile değildim ve en en en çok etkilendiğim filmlerden birisi oluvermişti. Zaten müzikal delisi olan ben, 3 saat süren bu macera boyunca Anatevka'nın bir sakini olmuş, onlarla çılgınlar gibi dansetmiş, gülmüş, eğlenmiş, hüzünlenmiş, ağlamıştım. Neredeyse 30 yıldır birkaç ayda bir Damdaki Kemancı krizim tutar, kimi zaman tamamını kimi zaman sahne sahne izlerim.

Bugün oğlum da ilk uzun metrajlı film deneyimini Damdaki Kemancı'yla yaşadı. Bir deneme yaptım, oldu:).

 

Deniz'in televizyona ilgisi kısıtlıdır aslında. Çok fazla takıntılı ebeveynler olmadığımız için öyle aman TV'den en az 5 metre uzak olsun, aman hiç TV seyretmesin gibi kurallarım olmadı, ama zaten evde pek televizyon açık olmadığından ve tv seyretmeden de pek güzel vakit geçirdiğimizden, Deniz'in düşkünlüğü de gelişmedi şimdilik. Arada sırada normal bir iki yaş mıncığı gibi Playhouse Disney seyreder, ama hemen sıkılır ve daha gerçek kanalları açmak ister. Yok yok, "bizde sadece belgesel izlenir" triplerinde değiliz, aksine pek doğabelgeselisever bir aile değilizdir, ama bir Eurosport olsun, bir NBA kanalı olsun, "futgol",basket, kayak, buz pateni, artık ne verse izlemeye bayılır.

İşte bugün - Damdaki Kemancı krizim de tuttuğundan olacak - bir deneme yapayım dedim. "Deniz'cim, gel seninle çok güzel bir film seyredelim. Adı Damdaki Kemancı. Bakalım beğenecek misin" diyerek dvd'yi eline verdim. Zamane çocuğu olmasından mütevellit DVD'yi player'a kendisi koydu (bu kısmı bir parça korkutuyor beni aslında!), sonra da geçti kanapeye beklemeye başladı.

Yukardaki ilk foto, giriş sahnelerinden sonra Isaac Stern'in muhteşem solosu eşliğinde açılış jeneriğini seyrederken. Kelimenin tek anlamıyla BÜYÜLENDİ Deniz!!! "Beğendiiim" diyerek de bana ilk sinyalini vermiş oldu.

Sonrasında 30 dakika - evet tam 30 dakika...2 yaş için inanılmaz bir konsantrasyon - neredeyse gözünü kırpmadan izledi diyebilirim. Topol'un "If I were a Rich Man"inden sonra çılgınca "Topol amca dansı" yapmaya başladı, "Matchmaker"da ablaları güzel buldu, bardaki dans sahnesinde ise gerçekten coştu! 30 dakikanın sonunda hem artık dikkati dağıldığından, hem de ben tadında ve de sınırında bırakayım dediğim için dvd'yi beraberce kapattık ve filmimize "baaay baaaaay" yaptık. Böylece Deniz, ilk müzikal film deneyimini yaşamış oldu.

İşte böyle Caro Diario, bugün oğlumla Damdaki Kemancı izledik biz. Belki bu ilk deneyimi büyüyünce hatırlamaz diye buraya yazmak istedim. Umarım daha nice benzer deneyimler yaşarız.

1anda


1 Şubat 2011 Salı

Annelik: Temel Bilimler mi Temel İçgüdü mü?

Bence ikisi de, Caro Diario.

Anne olduğum gün bir arkadaşım "unutma, onun annesi sensin, kim ne derse desin sen kendi sesini dinle" demişti. Narkoz sersemi tam olarak ne demek istediğini anlamamıştım ama, sonrasında öyle anlar yaşadım ki, gerçekten içgüdüm ve bilimsel gerçekler arasında denge kurmanın ne kadar kritik olduğunu defalarca anladım.

Bu post'un amacı, benden sonra anne olanlara / olacaklara bilimsel gerçeklerle annelik içgüdüleri arasında gidip gelirlerken küçücük de olsa ışık tutabilmek. Bu yolculukta benim en büyük şansım ise (tabii ki  Deniz'in kendisi ve Mert hariç) süper sakin ama güvendiğim bir doktor (Dr. Altan Yaşar) ve çok anlayışlı bir aile.

Efenim şimdilik sadece bakım (yiyeyecek giyecek temizlik) konusuna gireceğin, huy suy (uyuma, oynama, yeme içme, vs) başka bir post'ta işlenece mevzular:).

1) Anne sütü:
Anne sütü şart. Çok önemli. Çok değerli. Her damlası altın dedikleri doğru. Bizim doktorumuz Deniz kilo aldığı sürece mamaya hiç geçirmedi sağolsun - 6. ayda gerçek yemeklere geçene kadar da böyle devam ettik. Ama siz siz olun anne sütünü artıracağım diye malt filan içmeyin. Ben yaptım siz etmeyin. Emzirirken aldığım neredeyse 20 kiloyu nasıl verdiğimi bir ben bilirim:). Sadece iyi beslenin, bol su için, ama bir şekilde yetmediğinizi hissediyorsanız, doktorunuz da bununla hemfikir oluyorsa, azıcık mama desteği almayı da çok kafaya takmayın. Tam sütüm bitti derken 1 öğünü aptamille geçince sütü artan ve tekrar sadece anne sütüne geri dönen çok arkadaşım var. Haa, bir de milletin "emiyo mu emiyo mu" sorularını duymazdan gelin. Zor ama mümkün:)

2) Üşüme mevzuu:
Unutmayın, bu küçük arkadaşların üşümesindense terlemeleri daha tehlikeli! O yüzden - işte burda anaane babaanne sözü dinleyin - ayakları sıcak tutun, başı serin. Ama nolur bebecikleri kat kat giydirmeyin. Bu arkadaşlar azıcık büyüyünce sokakta oynamaya başlayacaklar, sonra her dakika kendilerinin peşinde dolaşmanız gerekir. Bağışıklık sistemlerini geliştirmelerine izin verin, göreceksiniz çok daha rahat büyüyecekler. Biz - yine doktorumuzun cesaretlendirmesiyle - tüm aile büyüklerinin ve de apartman sakinlerinin (evet, onlar da herşeye karışabiliyor!) endişeli ve de yargılayıcı bakışları altında Deniz'i 15 günlükken (yani Şubat başından itibaren) her gün sokakta dolaşmaya çıkardık ve inanın hiçbir zararını görmedik. (Üşüme kontrolü için burun ve ense kritik, oralar oda sıcaklığındaysa problem yok.)

3) Gece tok yatsın - gece süt içsin...:
En büyük yanlış(mış)! Reflüye en büyük davetmiş! Diş çürümesine birebirmiş! Biz 7 aylık olduğundan beri Deniz'e gece hiçbirşey içirmiyoruz (arada uyanıp da su istediği oluyor tabii ki), herhangi birşey yemeyi de yatmadan 1 saat öncesinde bitirmiş olmasına özen gösteriyoruz. Aslında kendiniz gibi düşünün, en önemli öğün kahvaltı, onun dışında aç kalmaması önemli, ama gece öğünü gerekli olmamasının ötesinde, zararlı bile. Hem böyle olunca sabah da gerçekten büyük iştahla kahvaltı yapıyor, inanın.

4) Kahvaltı demişken...bal sorunsalı:)
Bal benim için vazgeçilmez besin. 1 yaşını geçtiği günden itibaren Deniz'i de kendim gibi bal fanatiği yapıverdim. Ama meğerse o kadar da süper bir besin değilmiş bal. Pekmez doğal olduğu için tercih edilmeliymiş. Ama pekmez bal kadar güzel değil ki!!! İşte burada anne içgüdüsüyle temel bilimi dengeliyoruz ve balı olabildiğince gün aşırı ya da haftasonu keyfi kapsamında yiyoruz, diğer günlerde kahvaltımızı pekmezle süslüyoruz. Hem balsız kalmıyoruz, hem de sağlığımıza özen gösteriyoruz. Bu arada pekmez de enerji veriyor, kan yapıyor filan ama glükoz açısından dikkat edilmeli aslında, bence onu da idareli tüketmekte fayda var...

5) Alerji hassas konu
Biz şanslıyız, Deniz çok alerjen bir bünyeye sahip değil...ama olabilirdi de. Doktorumuzun da uyarısıyla biz özellikle ilk 1 yıl her yeni besin vereceğimiz zaman önce az miktarlarda 3 gün denedik, alerjiye neden olmadığından emin olunca güvenle yedirmeye başladık. 1 yaşından sonra olay rahatladı tabii ama, şimdi bile örneğin yumurtayla domatesi aynı öğünde vermemeye, kakao-çikolatayı mümkün olduğunca gözden ırak tutmaya, fıstıkla çok tanışmamaya gayret ediyoruz. Fındık-ceviz-badem bu kategorinin dışında:).

Sevgili yeni anneler, şimdiden uyarayım yukarda saydığım konulara dikkat ettiğinizde çocuğunuz tombik olmuyor. Eş dost ve aile büyüklerinden gelen örme hırka ve yelekler de hurçlarda saklı kalıyor. Ama bir taraftan mücadele ruhunuz gelişiyor, bir taraftan da en değerli varlığınızla ilgili kararları bilimsel ve annesel doğrulara göre vermiş oluyorsunuz. Bence buna değer.

Aa, bir de çok önemli 6. madde var ki, temel bilimle çok alakası yok - tamamen bir anne içgüdüsü...NAZAR konusu! Var abicim, var işte nazar diye birşey. Ne zaman "aman bu aralar çok iyi" deseniz lafınızı yemek zorunda kalırsınız. O yüzden siz siz olun, "bebek nasıl" diye soranlara "eh işte" deyin. Kazanan siz olursunuz:)

Öptüm,
1anda


Nazarlık görselimiz http://www.crebro.net/ ten. Google görsellerde görünce dayanamadım ekledim:).