26 Haziran 2011 Pazar

Mekanlar, insanlar, olaylar...1

Caro Diario,
son 1 aydır o kadar değişik yerler gördük, o kadar çok yeni insanla birlikte olduk ki, Deniz kadar biz de biraz sarhoşuz.

Hayatımız hep rutinmiş gibi görünmekle birlikte aslında yeniliklerle doludur bizim. Bazen çılgınca ve çok yorucu gelse de, haftasonlarımız hep farklı yerlerde, zaten sevdiğimiz ve bizi sevenlerle ya da yepyeni dostlarla geçer. Aslında her rutinin de kendi içinde mutlaka bir yeniliğe olduğuna inanırız, her eskiyi yeniymiş gibi karşılarız. Sanırım bu şekilde dünya daha yaşanılır, hayat daha keyif alınır oluyor.

Geçtiğimiz bir aya gelince, onca yerin arasında bir mekan Deniz'in de bizim de kendimizi bambaşka hissetmemize yol açtı.

Annemin kuzeni Ufuk abla ay başında arayıp da Vaniköy'deki Yalıya davetli olduğumuzu söylediği an zaten büyük bir merak kaplamıştı içimizi. Seçimlerden bir gün önceki Cumartesi akşamüstü, Deniz bey uzuuun uykusundan uyanınca atladık arabaya, çıktık yola. Bizi neyin beklediğini bilmiyorduk, ailede birilerinin bir yalıda yaşıyor olması fikri yeterince eğlenceliydi zaten! Yalıda oturan akrabalarımızın son derece tevazu sahibi olduğunu biliyorduk, dolayısıyla bir abartı olmayacağı kesindi. Ama dedim ya, ne bekleyeceğimizi de bilmiyorduk.
Tarife uyarak yeşil garaj kapısının önüne gelip arabayı parkettik. Garaj kapısını açtığımızda bizi sadece ufak bir park yeri karşıladı. Bilinmezlik sürüyordu. Hafifçe sağa kıvrıldık, ve eski bir aile büyüğü için düzenlenmiş olduğunu öğrendiğimiz oldukça düzgün bir rampayla karşılaştık. Herşey o an başladı. Döne döne inen, etrafı ağaçlarla çevrili rampadan kendimizi aşağıya bıraktık ve o büyülü ortama girmiş olduk. Set set 2 büyük bahçe - birisinde son derece sade bir yüzme havuzu - her tarafta meyve ağaçları, çiçekler, ve en sonda 140 yıllık yalı. Eski, boyaları dökülmüş, hafif öne eğilmiş, ama hala müthiş. Yalının hemen önü deniz, yani önde ayrı bir bahçesi yok, dolayısıyla aslında yalı denizin dibinde değil, üstünde! Herşey son derece sade, doğal, huzurlu...Bahçede bir trambolin, tam da bizim yeni zıplama delisine uygun! Yalının sakinlerinden Hüsam dayı mangalı hazırlamaya başlamış bile. Ellen (yenge), birinci kattaki odasında - oda tabandan tavana kitaplarla dolu - hafif demleniyor. Deniz hemen Ellen'a kemanının nerede olduğunu soruyor, cevap tam bizlik; "uyuyor". "Uyanınca çalar mısın?" geliyor hemen, küçük bir söz alıveriyoruz sanatçımızı çok da yormak istemeden.
Sonra yukarı çıkıyoruz, bütün aile (bizim dilimizde Kuzenalle) orada. Büyükler kaptan köşkü şeklindeki balkonda, ortada bir çay sofrası var ama çay yok, rakı bol:). İşte bizim aile diyorum... O sırada kuzenlerden birinin eşi geliyor, "haydi" diyor "çocuklarla bahçede sümüklüböcek bulmaya çıkıyoruz". Sabah yağmur yağmış, salyangozlar kafalarını çıkartmışlar topraktan ve evlerinden. Bizimki bana bakmıyor bile, tutuyor ablanın elinden, öbür kuzen çocuklarıyla koşuyor aşağıya.

Derken, akşam yemeği vakti geliyor. Ailecek elimizde tabaklar, bardaklar, yemekler iniyoruz merdivenlerden. Sofra kurulana kadar Deniz Ege abisi ve Sahra ablasıyla deli gibi koşturuyor bahçede. Neşe içinde, kuş sesleri, şap şap denizden dalga sesleri, güzel müzikler dinleyerek yemekleri yiyoruz. Bizimkinin bir ara bahçedeki kocaman çam ağacını büyütmesi (!) gerekiyor, olaysız bir şekilde onu da hallediyoruz:). Bu arada o akşam beklenen yağmur yağmıyor, hava bize harika bir akşam yaşatmak için tüm imkanları sunuyor.

Bundan sonrası ise tam bir masal. Çocukluğumdan beri ilk kez gördüğüm ve o akşam fotoğraflayamadığıma çok yandığım sayısız ateş böceğinin ışığı, Ellen'ın söz verdiği gibi uyanan kemanıyla bize sunduğu mini dinleti, Nurçin'in sesinden Karlı Kayın Ormanı, ve ailecek, tadı damağımızda kalan birkaç saat. Kimse hiçbirşeye kızmıyor, sinirlenmiyor. Ayrılma vakti geldiğinde biraz buruk, ama çokça müteşekkir, Deniz'in "yine geliriz" temennisiyle veda ediyoruz.

Bize evini açan Süleymangil'lere sonsuz teşekkürler. Ufuk abla iyiki doğmuş. Tüm ailemiz, iyiki varsınız. Ve İstanbul, nolur hiç bozulma!

1anda








21 Haziran 2011 Salı

Büyümek

Anne babayla yol hazirligi yaparken "buranin da cami tamam mii burasi da tapali miii" diye kontrol etmek...
Aksam yemeginde raki balik varsa "benim rakim nerdeee" deyip onunki gelene kadar tokusturtmamak...
Baska cocuklar ona sormadan oyuncaklarini alinca azicik bozulmak ama olgunlugu koruyp sonra da onlarin bir bos anlarini yakalayip son noktayi koyuvermek...
Aklina yatmayan bir seye illa ki de yot yootla cevap vermek:))...
Aglayan bebek gorunce ona dogaclama sarkilar soylemek...
"Bat..beni seyret...ne kadar hızlı atooorum" diyerek babaya ozene ozene basket ya da tenis oynamak...
Dusunce gururu cok kirilip cok fena bozulmak ve sırf ondan aglamak...
Verilen bir isi bitirmeden asla vazgecmemek...
Opusen koklasan insanlar gorunce bundan hoslanmak hatta azicik utanmak...
Ziplayabildigini gorunce deli gibi sevinmek...
Abilere cok ozenmek, onlar gibi kosmayi, bisiklete binmeyi, hatta tuvalete gitmeyi istemek!...
Ablalara cok asik olmak ama yasiti kizlara yuz vermemek...
Anneyle babanin en yakin arkadasi olmak... demekmis.

Daha bir suru sey var. Gunlerdir aklimda bunlari yazmak, her olayda iste bunu da kaydetmeliyim diyorum ama araya birseyler giriyor. Simdi de Selimiye'de, kor sabahta, buyuk adamla kucuk adam uyurken yazabildim. Su anda uyandilar, yuzumuzu yikamaya şap şap denize gidecegiz.

Yeni yazilara diario'cum.
1anda