20 Ekim 2011 Perşembe

Arkadaş

Doğduğu günden beri "küçük arkadaşım" diyorum ona. Benim için en önemli kavramlardan birisi olan dostluğu her harekette, masalda, hikayede, şarkıda, oyunda yansıtmaya çalışıyorum. Arkadaşlarımızla yaptığımız her aktiviteye dahil ediyoruz kendisini. Onun arkadaşlarıyla biz de arkadaş oluyoruz. Birbirimizin arkadaşı oluyoruz. Önümüz arkamız sağımız solumuz arkadaşlarla dolu olsun istiyoruz.

Hep denir ya, gerçek arkadaşlar araya mesafeler, günler, aylar, yıllar da girse kaldıkları yerden devam ederler dostluklarına. İşte dün akşam öyle bir akşam yaşadık biz. Deniz'in ne kadar mutlu, ne kadar huzurlu - ve aynı zamanda da coşkulu - olduğunu görünce de dedik ki "iyi ki arkadaşlarımız var!".

Çağatay Mert'in üniversiteden arkadaşı. En yakınlarından birisi. Benim açımdan, erkeklerin de gerçekten yakın arkadaş olabileceğinin göstergesi bir adam. Adam gibi adam denir ya, hakikaten öyle. Hatta biraz zamanın dışında bir adam (yok yok, ekşisözlük 'teki zamanın ötesinde gibi birşey değil bu, iyi anlamda:))). Demem o ki, kalmadı onun gibisi pek!

Biz işin dalgasındayız ama Çağatay aslında koskoca öğretim üyesi...yani epey bir insanın "hoca"sı. Yaptığı çalışmalar sınırları, ülkeleri, okyanusları, dalgaları aşmış bir yüksek mimar. Hem aynı zamanda - Deniz'in deyimiyle -  "bahçe mimarı" (peyzajı öyle anlattık n'apalım? Heralde işin detayını anladı ki, "hımm, babam gibi değil yani, babam anlamaz o işlerden" dedi). Hal böyle olunca da, görüşmelerin genelde sanal ortamda gerçekleşmesi gibi bir durum sözkonusu oluyor.

Ama aylar yıllar sonra dün akşam becerdik ve Çağatay'ı bizim eve getirdik! Hem de yanında dünya tatlısı Gonca'sıyla (pardon - "Donca" olacaktı).

Bizimki camda Çağatay'la "Donca"yı beklerken pek heyecanlıydı. "Hadi" dedik, "Bir tahmin oyunu oynayalım. Gonca abla kime benziyordur tahmin edelim." Ben esmer ve uzun saçlı dedim, Mert kumral ve kısa saçlı. Deniz ise, tabii Mamma Mia Sophie'ye de olan aşkının etkisiyle, "sarışın ve uzun saçlı bence, gözleri de renkli" dedi.

Kapıyı açıp Gonca'yı gördüğü anın fotoğrafını çekmek isterdim. Yüzündeki ifade şaşkınlık, hayranlık, az biraz aşk, mutluluk...hepsinin karışımıydı! Gonca'yı bulup kendisine getirdiği için Çağatay'a da epey bir kredi verdi, ne yalan söyleyeyim. Yemek yerken "seni özledim, kucağına geleyim diyerek" Gonca'ın kucağına çıkmalar, Çağatay da üzülmesin diye ona da sarılmalar, getirdikleri kitabı defalarca okumalar, içeri gidip Kapla'larla oynatmalar, basket havası atmalar, ve daha neler neler. Giderlerken biraz buruldu, yine gelirler diye kendini telkin edip durdu...gece de tabii ki yatak sohbetimizin ana konusu Çağatay'la Donca oldu.

Dedim ya, birbirimizle arkadaş, birbirimizin arkadaşlarıyla arkadaş olmak çok çok hoşuma gidiyor. Umarım hep böyle devam eder. Umarım hep gerçek ve doğru dostları olur.

Çağatayla Doncaaaa....yine gelin:)

1anda

1 yorum:

  1. Bu güzel yazıya sadece kuru bir teşekkür yazamazdık. Aslında doğruyu söylemek gerekirse, benim bünye yazıyı okurken ‘kuruluk’ kavramından çok uzak bir durumdaydı. Gözlerimden başlayıp yanaklarımdan süzülen ıslaklığı düşününce zaten baştan kuru olmayan ortamı kurutmanın hiç alemi yok:)

    Sevgili Biranda’nın bu yazıyı bizi gülümsetmek için yazdığının bilincindeyiz, ki zaten o ıslaklık da mutluluğumuzun kalbimize sığmayıp kaptan dışarı taşan kısmıydı..öylesine mutlu öylesine mutlu olduk ki, kelimelerle tarif etmek zor duygularımızı…böyle tarif edilmek, böyle taltif edilmek, böyle abartılmak, her insana nasip olmaz, hele ki böylesine harika bir aile tarafından…yine kuru oluyor aslında ama bir yere de yazmak lazım…sırası geldi: ÇOOOOOK TEŞEKKÜR EDERİZ!

    Ben zaten Deniz’e bayılıyordum. ‘Adamım’ diyebileceğim ender adamlardan biri kendisi. Ama Gonca’nın kalbini nasıl ve ne kadar cabuk bir şekilde kazandığı takdir edilecek bir durum gerçekten…bu yaşta hala kendisinden çok öğreneceğim olduğunun farkındayım…çünkü ben Gonca için onun kullandığı zaman dilimiyle kıyas bile edilemeyecek kadar zamana ihtiyaç duydum. Eğer Gonca’yı tanımadan önce kendisine danışsaydım. işim daha kolay olabilirdi. Tabii ben kendisi kadar tatlı değilim, ordan da kaybetmiş olabilirim, o ayrı:))

    Evet, Biranda’nın dediği gibi, kabul ederse, bizde onun arkadaşıyız ve onun gibi bir arkadaşımız olduğu için çok mutluyuz…tıpkı annesi ve babasıyla olduğumuz gibi…ama galiba onların karışımı olması nedeniyle, gözümüze biraz daha tatlı geliyor diğer ikisinden:)…ve biz de kendisine sarılmaya doyamıyoruz:)

    O yüzden de Çağatay ile ‘Donca’ yine gelecekler Deniz’le sohbet etmeye, Kapla’lar ile koltuk yapmaya ve de henüz boyu benden kısayken (ki ilerde ribaunta bile girebileceğimi sanmıyorum kendisiyle:)) basket oynamaya…

    Dostluğunuz çok değerli…sizi çok seviyoruz…siz de bizi sevmeye devam edin lütfen:)☺

    YanıtlaSil