23 Ocak 2012 Pazartesi

Enerji ve mektuplar




Bu ikisinin pek alakası yok değil mi? Evet...doğrusu yok. Ama bizim haftasonumuzu süsleyen iki kavram olarak artık pek bir ilgililer:).

Meraklı Minik dergisini birkaç aydır takip ediyoruz. Abonelik Deniz'in adına olduğundan ve her ay "kargocu abi" dergiyi bizzat ona teslim ettiğinden pek bir havalara giriyor bizimkisi! Bence hem eğitici ve öğretici, hem de eğlendirici bir dergi. İçinden çıkan aktiviteler de  - tüm aya yayarak uyguladığınızda- oldukça zengin ve doyurucu.

Bu ayki Meraklı Minik'in konusu "posta ve mektup" idi. Çok da iyi oldu. Biz zaten bu konuyu birkaç defa konuşmuştuk Deniz'le, zarfla gönderilen mektup konusuna çok uzak değildi, ama 3 yaş bilinciyle (yaa, o ne olgunluk, o ne bilinç sormayın!) hiç mektup göndermemişti. O yüzden Cumartesi günü 3 yakın arkadaşı Arda, Denizhan ve Maya'ya birer "mektup" yazdı Denizadam. Mektuplarda Deniz'in yaptığı bir resim (ki Denizhan ve Maya'nınkinde "onların resmi", Arda'nınkinde "değişik balonlar" var) ve arkadaşlarına iletmek istediği bir mesaj yer aldı (genelde de bu mesaj hep "çok mutlu ol" şeklinde oldu...Bunu nereden öğrendi bilmiyorum!).

Cumartesi günü postaneler kapalıymış! Bizim zamanımızda açıktı sanki, ben mektup arkadaşlarıma hep Cumartesi günleri Kadıköy postanesinden atardım mektupları...neyse değişmiş demek ki artık. Dolayısıyla biz de Pazartesi sabahı eve yakın olan PTT'ye gidip mektuplarımızı atmaya karar verdik. Böylece Pazartesi sabahını da kendimize tatil ilan ettik! Eh, Pazartesi sendromunu yarıya indiremeyecektiysem, serbest hayata geçmenin ne anlamı vardı, değil mi?:)))

Pazartesi sabahı geç bir kahvaltıdan sonra Ptt'ye gittik. Çok sevindirici bir şekilde görevli abi pul alternatiflerini çıkarttı ve bizimki pulları seçti (şehir içi her mektuba 1 TL'lik pul yapıştırmak gerekiyormuş; dolayısıyla ya 50 krş'luk ikişer pul ya da 90 ve 10'ar kuruşluk pullar yapıştırdık). Sonra da mektupları görevli abiye teslim ettik. Abi çok anlayışlı ve yardımcıydı, kendisine burdan kocaman bir teşekkür! Sanki o pulları Deniz için özel çıkardı gibi geldi - biz tek olsak otomatik makinadan geçirecekti galiba.

Haftasonunun ve haftabaşının mektup tarafı böyle. Enerji kısmına gelince, Pazar sabahı Polonezköy'den çark ederek Denizhan'larla Santral İstanbul'a gittik. Otto'da uzuuuun bir kahvaltı, işini çok da severek yapmadığını farkettiğimiz "animatör palyaço" ablanın yaptığı balonlarla kılıç savaşı derken enerji müzesini ziyaret ettik. Öncesinde Deniz'le Denizhan'a enerjiyi "herşeyin çalışmasını sağlayan güç, elektriğin, suyun olmasını sağlayan güç, eşyaları ve bizi hareket ettiren şey" şeklinde anlattık. Bu arada bizim ailede birbirimize sarılırken bir "enerji verme" hadisesi vardır, onu da bu kavramla birleştirmeye çalıştık Deniz için. Artık nasıl anlattıysak, Özge Deniz'e bakalım neymiş enerji anlamış mı diye sorduğunda bizimki "bööle kocaman bişi....karpuz gibi" şeklinde bir tanım yaptı, koptuk!!! Özge'nin yorumuyla maddenin şeklini tanımlamış. Bilemiyorum. Daha ziyade hepten kafası karışmış da olabilir:).

Santral İstanbul'la ilgili de bir not: ne yazık ki enerji müzesi'ndeki aletlerin yarısından fazlası çalışmıyor. Tadilata gireceklermiş de zamanı belli değilmiş. Bu konularda hassas iki aile olarak - biletleri satan hanımın da inisiyatifiyle - çıkışta paramızın yarısını geri aldık. Hani bu aralar gitmeyi düşünüyorsanız, aklınızda olsun.

İşte böyle. Dolu dolu bir haftasonuydu, dolu dolu bir hafta başladı.

Herkese iyi, güzel, huzurlu haftalar!
1anda


(Çocukların mektup bilincini artırmaya yönelik Ayça'nın da güzel bir mektup arkadaşlığı yazısı vardı, buradan okuyabilirsiniz. )

19 Ocak 2012 Perşembe

Eve sığmıyoruz!

O gün gelecek mi canım diyordum...geldi.

Yok yok, eşyamız çok olduğundan değil - o kısmı çok şükür ofisi az buçuk depo alanı olarak kullanarak hallediyoruz.

Ama Denizadam eve sığmıyor artık.

Zekiyem'le maksimum aktivite yapıyorlar; geçen gün kadıncağıza sipariş vermiş, evden şort getirtmiş, giymişler karşılıklı şortlarını tenis, basket, futbol oynamışlar!

Evde gitar ve baterisi var ya, ha bire Bon Jovi oluyor (bazen JBJ, bazen Tico, bazen Richie...)! Music Together cd'lerinin biri bitiyor öbürü başlıyor. Dangur dungur dans ediyorlar Zekiyem'le. Arada bir de kendisine hediye gelen başka cd'leri çalıyor. Dangur dungur dans sabit:).

Her akşam başka bir elişi faaliyetiyle karşılıyor bizi. Dün kol saati yapmıştı her birimize mesela. Bir önceki gün oyun hamuruyla kendini (tabii ki mavi crocs'larıyla!) yoğurmuştu! Anaokulundan hallice bir sergi masası var salonda. Bazen akşamı bekleyemiyor, ofisin kapısını çalıp getiriveriyor aşağıya eserlerini.

Şu aralar her gün kendisine kitap aldığımızdan (e artık bir de sipariş veriyor beyfendi), günde mutlaka 45 dk'lık bir okuma aktivitesi oluyor (bazen 45 dk kısmen kesintisiz, bazen ikiye ya da üçe bölünerek). Onlarda oturuyor bari...bir de elişi faaliyetinde, bir de legolarla oynarken. Ama onun dışında pek durup oturduğu yok (şimdi böyle yazınca aslında epey de oturarak oyalanıyormuş diye düşündüm yahu! Çocuğa haksızlık etmeyeyim yani...)

Yaşı gereği sürekli soru soruyor, sürekli birşeyler merak ediyor, öğrenmeye çalışıyor, zorluyor, itiraz ediyor, ikna olmuyor, ikna oluyor, ikna ediyor...

Arkadaşlarını özlüyor. Onlarla olmak istiyor. Bazen onlara kızıyor, bazen hayal kırıklığına uğruyor. Hayal kırıklığına uğrayınca bazen ağlıyor. Sonra kendi kendini telkin ediyor. Bizden ipuçları istiyor ilişiklerini nasıl yöneteceğine dair. Soruyor...soruyor...soruyor.

Espriler yapıp duruyor. Geçen gün koparttı bizi - babasına ciddi birşey söylemeye çalışıyor ,ama iyice cıvımış kahkahasını engellemeye çalışıyor...gülmemeye çalıştıkça istemsiz gülüyor:)))). Koca adam gibi.

Haftasonları sürekli dışarda olduğumuzdan daha rahat, ama hafta içi daha çok evde - dışarıya inatla bizimle çıkmak istiyor. Evde oynadığı oyunlar ise daha çok dışarıya uygun aktiviteler:). Böyle bir ikilem içinde kendisi. Ama bir şekilde bakkala filan gitmek için dışarı çıkmaya da bayılıyor Zekiyem'le. İlla bir amaç olacak yani, prensipli çocuk:).

Bu sabah uyandığında aramızda şöyle bir diyalog geçti:

D: Ben sabahları Zekiyem'e neden "seni sevmiyorum" diyorum, biliyor musun anne?
B: Neden Deniz'cim?
D: E çünkü o geliyor, sonra siz gidiyorsunuz hemen o yüzden. Ama sonra ben siz gidince Zekiyem'e diyorum "sen mutlu ol, ben seni seviyorum" diye.
B: E peki ne yapmalı sence Deniz'cim?
D: Siz işe gidin, ben de okula gideyim. Zekiyem de evde yanlız kalsın beni beklesin.
B: !!!!!

Uzun lafın kısası, artık eve sığmıyor(uz).
Okul çanları bizim için çalıyor. Kabul ediyorum...:)

1anda

Tico olduğu anlardan birinde:)

17 Ocak 2012 Salı

Gurur ve Önyargı

Çocuk olunca bütün hayat kısıtlanırmış...

Hiçbirşey eskisi gibi olmazmış...

Herşey ona endekslenirmiş...

HİÇ DE DEĞİL!

İyi ki doğurmuşuz...her türlü nazardan saklansın hepsi, tüm çocuklar!

Bu sene herşey ev yapımı...Süsümüz bile:) Yalnız evde balon imalatına henüz giremedik!

9 Ocak 2012 Pazartesi

Kararlarım vaaaar!...

Artık yeni yıl mı dersiniz, yeni hayat mı, Deniz'in yeni yaşı mı bilemem...ama birtakım kararlarım var, paylaşmak istedim. Yazınca daha bağlayıcı olur diye düşündüm, bir gayret yazıyorum:

* Daha dikkatli olacağım. Tezcanlılık yapmayacağım. Herşeye atlamayacağım. Birazcık daha (hani kendimizi de biliyoruz, ancak "birazcık daha" diyoruz!) temkinli olacağım.

* Hiçbirşeye ön yargılı davranmayacağım. (Buna zaten dikkat etmeye çalışıyorum ama bazen unuttuğum olabiliyor).

* Sınırlarımı bileceğim - aynı anda elli bin tane iş yapmaya çalışmayacağım. Herkese herşey için söz vermeyeceğim. Önceliklerimi iyi belirleyeceğim.

* Deniz'i mümkün olduğunca doğayla, bir de tiyatro ve konserle ve tabii ki her zaman bir sürü kitapla haşır neşir etmeye çalışacağım. Buna zaten uğraşıyorum ama, daha çok çabalayacağım.

* Deniz'in okula gitmeye hazır olması için BEN hazır olacağım:))).

* (Özellikle Mert adamı ve Deniz bıdığını) daha çok dinleyeceğim.

* Yeni çalışma hayatımda kendimi geliştireceğim - Koçluk okulunu bitireceğim, sertifikamı alacağım mesela:).

* Ve hayalimin peşini - tüüüüm zorluklara rağmen - bırakmayacağım!

Bütün bunların yanı sıra, sağlığım ve huzurum için her an şükredeceğim, kendi sağlığı ve huzurunun kıymetini bilmeyenleri de uyarmaya devam edeceğim:)

Öptüm,
1anda


Bir Pazar sabahı, kaloriferde "poposunu ısıtıyormuş". Düşünün ki iki popo kalorifere sığıyor!:)



3 Ocak 2012 Salı

Bir garip aydır Ocak...

Yılbaşı...
Anneannemin ölüm yıldönümü...
Mert adamla tanışma yıldönümümüz...
Annemin ölüm yıldönümü...
Deniz adamın doğumgünü.

Galiba hayatımdaki en önemli ay Ocak.

Daha önce de yazdım, anneannem ben 3,5 yaşındayken - 3 Ocak'ta öldü. Ama benim için yeri bambaşka. Rüyamda çok sık görürüm onu. Birşeyi çok istediğimde önce anneannemle konuşurum şakacıktan, ondan isterim mesela.  Öldüğü gün ben oyun oynuyormuşum, kafamı kaldırıp anneme "anneannem öldü galiba" demişim. 5 dakika sonra babam aramış hastaneden. "Geliyorum" demiş. Sesinden anlamış annem annesinin öldüğünü. 1 saat sonra geldiğinde kapıda gördüğü an yere yıkılmış(hatta o anı hatırlıyorum ben). Yıkılış o yıkılış. Zaten başlangıç safhasında olan MS tam anlamıyla yakalamış Sarin'i...tekerlekli sandalyeye mahkum etmiş.

Mert adamla 2 Ocak'ta tanıştım. Onu hep anneannemin bana gönderdiğini düşündüm. Severim böyle absürd düşünceleri. Bir tür güç veriyor bana:).

Annem 18 Ocak'ta öldü. Öncesindeki 1 hafta hastaydı hep. Aslında grip olmuştu ama, onun durumunda çok daha etkili oluyordu işte. Son 1-2 gün herhangi bir tedavi almak istemedi. Vaktinin geldiğini hissetmişti galiba. Ölüm yılı olan 1995'ten beri her 18 Ocak'ın öncesindeki hafta bir garip hissettim kendimi. Genlerime işlemişti işte o dönemin travması. Ama 2009 yılında geçti o his. 14 Ocak'ta Deniz doğdu. Onu da annemin o zamanda gönderdiğine inandım:). Hala teşekkürlerimi sunarım kendisine.

Monet'nin "Gelincik Tarlası" annemin en sevdiği tabloydu. Bir kopyası odasında asılı duruyordu. O öldükten sonra da ben devraldım o tabloyu, halen ofiste. 2001 yılının 18 Ocak'ında, o zamanki GlaxoWellcome'ın Bursa ofisinde mülakattaydım. Telefonum çaldı, o zamanki direktörüm arayıp terfi ettiğimi söyledi. Kafamı kaldırdığımda, toplantı odasının duvarında Gelincik Tarlasıyla karşılaştım. Ne diyeyim, annem orada gibi hissettim:).

Dün facebook'ta "Ne çok Oğlak burcu arkadaşım varmış" yazdım...hakikaten de öyle. Ocak ayında beni çok çeken birşeyler var. O zaman, Ocak'ta doğan, tanışan, evlenen, boşanan ve hatta ölen herkese benden selam olsun.

Bu da böyle bir yazı olsun. Biraz hayat gibi...karmakarışık.


1anda
Annem ve anneannem...önlerinde tekel birasıyla. Şerefinize hanımlar:)