26 Haziran 2012 Salı

Sürpriz!

Sürprizler sevilir değil mi? İyi sürprizler, sevdiğimiz birinin yaptığı, bizi mutlu etmeye yönelik sürprizler. Özellikle çocuklar bayılır, değil mi sürprizlere? Siz öyle sanın...Her zaman değil(miş), bugün kafama çivi gibi çakıldı!

Efenim Deniz'in çok pek çok, en çok sevdiği bir Duru kuzeni var. Kendisinden 1 yaş küçük, dünya tatlısı, gamzeli bir bıdık. Aslında kuzen kızı, ama bizim ailede herkes kuzen işte:). Deniz'le Duru bir araya geldiklerinde çok güzel oynarlar, eğlenirler, kikirderler, tatlı tatlı anlaşır giderler. Biz de pek bir mutlu oluruz Ayşegül'cüğümle.


Selimiye tatilinden dönerken 3 küçükhanıma hediyeler getirmek istedi Deniz. Biri Maya'sına, biri okuldaki kankası Beren'e, biri de Duru'cuğa. Hepsine özenle ahşap-seramik karışımı kitap ayraçları seçti, onların sevecekleri figürleri bulmaya çalıştı filan...pek beyefendiydi:).

Neyse, ben de dedim ki bu sabah ona bir sürpriz yapayım. Okuldan almaya ben gidecektim, haydi dedim Ayşegül'leri de alayım yanıma, birlikte gidelim. Bizimki Duru'yu görünce sevinsin. Okulunu gezdirsin. Çoşsunlar koşsunlar okulda. İşte sürpriz olacak ya, söylemedim Deniz'e...bir de olur da gelemezlerse üzülmesin diye düşündüm. Halbuki her zaman gece yatarken bir sonraki günün programını konuşuruz; biliyorsunuz, plana programa hakim olunca rahat eder bizimki.

Sabah Ayşegül-Halkın-Duru üçlüsü İyi Cüceler'deki Salı okumasına geldiler. Sonra biraz dükkanda vakit geçirdikten sonra, onların arabayla Deniz'i okuldan almaya gittik. Giderken "bu şimdi arıza çıkartmasın bizim arabayla gitmedim diye" düşünmedim değil; ama Duru'yu görünce sevinir nasılsa diye çok da aldırmadım. Salak ben!

Okulun önüne parkettiğimizde Deniz Çiğdem öğretmeniyle bahçede sohbet ediyordu. Önce bizi görmedi...arabayı gördü. Sonra Ayşegül-Halkın-Duru'yu, en son da beni gördü. İşte o anda surat burulmaya başladı. Ben dedim "eyvah, geliyor." Netekim beni gördüğü an başladı ağlamaya! "Hani sen kendi arabanla almaya gelecektin beni?? Onlar niye geldi?? Sen git, kendi arabanı al gel, onunla gidelim!". Bu arada da salıncakta oturuyor, kalkmıyor! Ben tabii okulun bahçesinde bu aptal duruma düştüğüme mi yanayım, büyük heves Deniz'i almaya gelen Duru'cuğun bozulmasına mı, zaten uykusu olan oğlumu mutsuz etmiş olmanın gafletine mi...bilemeden öylece durdum. Neyse bir süre sonra bitti ağlaması. Çiğdem öğretmeni çok güzel idare etti durumu, çok güzel sakinleştirdi Deniz'i. Bizimki tuttu Duru'yu elinden,  okulunu gezdirmeye karar verdi bunun üzerine. Neyse oyun odasını filan gösterdikten sonra tekrar bahçeye çıktılar, Deniz yine bir yerini mi çarptı ne yaptıysa bir vızıldadı, sonra sakinleşti. Sonra bana "seninle şöyle kenara gidip konuşalım" buyurdu. Gittik konuştuk. Bindi arabaya, arabada hediyesini de verdi Duru'ya. Ama sonra bir söylenme bir söylenme, yok araba sıcakmış, yok bıdıbıdı. Duru'cuk ne olduğunu şaşırdı. Ben sinir harbi geçirmekle sükunetimi korumak arasında kitlendim. Ayşegül ve Halkın sağolsunlar sakinler. Eve vardık anaoğul. Bu sefer de evde "sen beni uyut"la karşılaştım - neyse buna hazırdım ve "hayır" diyecek mecalim yoktu! Yatmadan önce Ayşegül'ü aradı, özür diledi. Tam yatacakken Kapla'lardan yaptığı çöp arıtma tesisinin 2 parçasını yanlışlıkla devirdim diye bir sürü laf yedim. Sonra 30 saniyede uyudu. Geride sinir harbi geçirmemek için kendisine nur topu gibi bir başağrısı edinmiş ben kaldım.

Şimdi bu çocuk aslında gayet iyi kalpli ve uyumlu bir arkadaş. Ancak 3,5 yaş gerçekten bir tür ergenlik olarak geçiyor bizim evde, bunu kafamıza soksak iyi ederiz:). Sonuçta büyüyor, büyüdüğünü pek çok başka gelişmeyle de gösteriyor, bu da büyümenin bir parçası ve doğal karşılayıp sıkı durmak lazım. Sadece biz olunca dert değil de, sevdiğimiz başka insanlar bu duruma maruz kalınca üzülüyorum işte!

Ayşegül, Halkın, Duru, verdiğimiz geçici rahatsızlıktan dolayı tekrar özür dileriz! Unutuldu gitti, biliyorum, ama ben taktım işte:).

Çiğdem öğretmen, Deniz'e okulu sevdiren sevgili öğretmeni, size de çok çok teşekkürler sabrınız, anlayışınız ve sükunetiniz için.

Ve Deniz adam, büyüdüğünde bu yazıları okuyacaksın ya, bil ki anne sadece rahatlamak için yazıyor! Yoksa sen kendi serüvenini öyle güzel yaşıyorsun ki, hiçbirimize düşmez ona müdahele etmek...

1anda

23 Haziran 2012 Cumartesi

Sağım solum önüm arkam Deniz!

Bizim Deniz;
Mavi Deniz;
"Şapşap" Deniz;
Deniz kabukları;
Deniz kokusu;

ve hatta anne baba olarak okuduğumuz, Mare Nostrum'la ilgili kitap...

Bu bloğu okuyan herkes biliyor artık, bizim tatillerin vazgeçilmezlerinden birisi Selimiye, ve Selimiye'de Mavi Deniz. Her yıl Haziran ortasını iple çekiyor, Mart'tan yaptırıyoruz rezervasyonu. Bu yıl da öyle oldu. Çok sevdiğimiz bir aileyle birlikte gidecektik ama son dakikada değişti program, biz çekirdek aile olarak düştük yollara. Bu sefer daha az yükle, bir de daha olgunlaşmış, daha değişmiş bir kimlikle.

Çok fotoğrafımız var, ama hangisini koysam Deniz'in mutluluğunu tariflemeye yetmez (yine de bugün-yarın facebook'a eklerim resimleri). Hal böyle olunca, tatilden dönüş stresini de 3,5 yaş itibarıyla tatmış oldu bizim bıdıkadam.

Bu yıla kadar kolluğu reddediyorduk biz annebaba olarak; ama arkadaşı Umut'un kollukla ne kadar özgür dolandığını görünce illa ki talep etti bizimki - biz de yenik düştük. Meğer bu anı beklermiş! Yaptığı oyunlar, atlamalar, sırtüstü yüzmeler, sırtüstü denizde uyumalar...görmeye değerdi:).

7 gün kaldık Selimiye'de. İlk 3 gün arkadaşlarımız da vardı, ayrıca çocuk doluydu Mavi Deniz. Sabahları kahvaltı sonrası upuzun deniz sefasını takiben, öğle yemeğine kadar kitap okudular, taş boyadılar, yaprak boyadılar, Castle Logix oynadılar, Etch-a-Sketch'i keşfettiler, çok eğlendiler! Sonraki günlerde arkadaşlar birer birer gidince bizim adamı aldı bir hüzün...neyse ki Mavi Deniz'in dünya tatlısı abi ve ablaları Deniz'i hiç boş bırakmadılar! Ayrıca öyle bir deniz var ki, içinde neredeyse saatlerce kalabiliyorsunuz; o yüzden de son 4 günde zamanımızın (öğlen uykuları dışında geçen zamanın desek daha doğru!) çoğunu "denizin içinde" geçirdik.

Geçen yıllardan farklı olarak bu yıl Deniz adam puset kullanmıyor, o nedenle köye inişler yürüyüşle ya da baba sırtında gerçekleşti. Ayrıca puset olmayınca bizimle birlikte gece yarılarına kadar uyanık durdu. Ama tabii gün içinde o kadar enerji harcıyordu ki, öğle ve gece uykuları hiç problem olmadı. Tek bir sabah erken uyandı ve sabah kahvaltısına kadar çok vakit geçtiği için açlık başına vurdu ve sapıttı...Tüm Mavi Deniz halkı kendisini sakinleştirmeye çalıştı, sonunda ikna olup mis gibi  tereyağlı ballı ekmeği mideye indirince kendine geldi! (Bu 3,5 yaş sinir krizlerinin yarım saat sürüp 1 dakika içinde yok oluşuna da ayrıca hastayım, o ayrı mesele!!!)

Mavi Deniz'de rahat etme sebeplerimizin başında tüm tatili 200 m2 içinde geçirebiliyor olmak geliyor:). Ayrıca yemek konusunda da son derece rahatız. Herşey taptaze, doğal. Öğle yemeklerinde bildiğiniz tencere yemeği çıkıyor, rahat ediyorsunuz. Balıklar sabahleyin taze taze geliyor, akşama ne yiyeceğinize o anda karar veriyorsunuz! Deniz zaten muhteşem, bir çocuğa ya da bebeğe ilk deniz deneyimini yaşatmak için ideal. Hani çok ucuz bir yer değil, ama tercihiniz yorulmadan, sıkılmadan, ama ev gibi bir ortamda tatil geçirmekse, biçilmiş kaftan. Ayrıca herkes o kadar samimi ve doğal ki, çocuğunuzla kuracakları iletişim konusunda da güveniniz tam oluyor.

Dedim ya, Deniz zor ayrıldı Selimiye'den. Dönüş sabahının öncesindeki gece bir türlü inanmak istemedi ertesi gün döneceğimize. Sonra herkese "Eylül'de yine geleceğim" diyerek veda etti. Şimdiye kadar sadece bir yaz Haziran ve Eylül'de olmak üzere 2 kez gidebildik Selimiye'ye...umarız bu yıl tekrar gerçekleştiririz. O zamana kadar sevgili Mavi Deniz halkı, bizi özleyin anacım:))). Bu arada asmalar üzüm dolsun, Deniz adam korukları yedi yedi de, üzümleri heyecanla bekliyor!

Öperim,
1anda
Soldan sağa (Mavi Deniz'in mutlu çocukları): Umut, İpek, Deniz, Esra




6 Haziran 2012 Çarşamba

Tembel Hayvan

Evet, şu aralar blogger alemindeki ismim bu olmalı benim!

Ama gerçekte o kadar çok şey yapıyorum ki...tam yazacakken hooop, yazacağım şey eskiyor. Dolu dolu yaşamaksa bunun adı, ben taşıyorum, öyle söyleyeyim!

Neler mi yapıyorum?
Nerden başlasam, nasıl anlatsam...en iyisi bu bloğun kuruluş sebebinden sapmayayım, benim için hem alfabetik hem tematik anlamdaki bir numarayı, ANNELİĞİ anlatayım:

Beni sürekli zorlayan, geliştiren, şaşırtan, zaman zaman çıldırtan bir bıdık adamla ilişkim var haberiniz ola! Anaokuluna başladı ya artık, hepten bir büyüme - adam olduğunu zannetme - ve gerçekten adam olma tribine girdi bizimki. Sürekli soruyor bir kere, sürekli de mantıklı ama onun anlayacağı düzeyde cevaplar vermek gerekiyor, o yüzden beyniniz hiç tembellik yapamıyor:). Neler soruyor derseniz, buyrun size bazı örnekler:

(Büyükada'ya gittiğimizde): - Madem burada hiç araba yok, neden yolları asfalt yapmışlar???
- Atık sistemi nasıl çalışıyor? Nereye gidiyor çöpler, çişler, kakalar? Sonra o sular nasıl temiz oluyor yine?
- Neden babalar çocuk doğuramıyor?
- Neden bazı insanlar mutlu olmuyorlar ve bağırarak konuşuyorlar? (Esnaf gözlemi sanırım??)

Anlayacağınız konular oldukça çeşitli. Bunlardan daha basit sorular da var her an tabii, artık onlar çıtır çerez geliyor.

Geçenlerde bebeklik video'larını izliyorduk; orada farkettim ki bu çocuğun söylediği ilk kelimelerden birisi "atadaa" (yani arkadaş!). Gerçekten arkadaşlık kavramını çok önemsiyor. Hatta okulumuzun kurucusu pedagog hanımın söylediği gibi, ciddi bir "vefa" bilinci var Deniz'in. İşte o yüzden kendisine samimiyet gösteren arkadaşlarına biraz fazlaca bağlanıyor, o yüzden okula alışmasında çok emeği olan ilk öğretmeninden bir başka öğretmene geçeceği zaman "ikna edilmesi" gerekiyor, ama kankası da aynı geçişi yaşıyorsa çok zorlanmıyor. Bu durum hoşumuza gidiyor, ancak ilerde üzülmesini istemediğimizden dozu ayarlama konusunda biraz çalışıyoruz:).

En sevdiklerinden, Denizhan'la:)

Daha önce de yazmıştım, 2 yaş sendromu filan görmedik biz. Ama 3'ten sonra olay biraz farklılaştı. Artık Deniz'in Oğlak burcu olmasından mıdır, damarlarındaki Boşnak kanından mı, yoksa sadece zamane çocuğu olması nedeniyle mi bilemiyorum, birşeyi doğru düzgün anlatmadan kendisine yaptırmaya imkan yok! Gece uykuya dalmadan önce mutlaka bir sonraki günün programını konuşmak istiyor, o programdan sapılacaksa da illa ki kendisine önden bilgi veriliyor! Bu durum bizi bazen yoruyor, yıpratıyor, kölesi miyiz biz bu çocuğuuun şeklinde isyan etmemize neden oluyor ama yapacak birşey yok işte, kendisi böyle bir adam. Gerçi sonra bunun da - herşeyin olduğu gibi - muhasebesini yapıyor kendi kendine, ama olay olurken sizin sinirlerinizi aldırmanız gerekiyor:).

Bütün bunların ötesinde çok da duygusal. Birisi üzülürse, o da üzülüyor, gülmek ve güldürmek için elinden geleni yapıyor. Sürekli bir şaka yapma, espri patlatma durumu var...bazen gerçekten çok da komik oluyor. Fıkra filan dinliyor, bir de bir çaba onları anlatmaya çalışıyor! Velhasıl, komik adam, bizi eğlendiriyor:).


Hala tam anlayamadığımız ve muhtemelen hiçbir zaman anlayamayacağımız bu yeni sisteme göre Deniz 2014'te, 68 aylıkken 1. sınıfa başlayacak. Bu da demek oluyor ki eski sisteme göre sınıfının en büyüklerinden olacakken, şimdi ortalarda olacak. Şu anda 45 dk oturup ders dinlemesi filan çooook uzak geliyor, bilmiyorum o dönemde nasıl olacak. Ha tabii 2014'e kadar değişebilir de sistem, değişirse de şaşırmayız, o da ayrı. Ama hazır "ev gibi" bir okul bulmuşken, keşke diyorum bizim okulun ilkokulu olsaydı da oraya gitseydi! Neyse, belli mi olur...umut insanın ekmek kapısı:).